Romanya'nın
soğuk havası yüzüme değdiğinde ki içimde oluşan o huzur tartışılmazdı.
Soğuktan çok fazla etkilenen ve hatta kolayca hasta olan bir insan olmama
rağmen soğuk havaları çok seviyordum.
Arada bir
gökyüzünde görünen güneş insanların kemiklerini ısıtıyordu ancak ardından
gelen o soğuk rüzgarlar insanın içine işliyordu. Gerek tarihi gerek mimarisi
gerek ise her bucağı Türklerle çevrili olan Bükreş'te Türklerin etkisi gözle
görülecek kadar büyüktü. Eski bir tarihinin olmasının yanı sıra mistik ve o
kadar da güzel yapılara ev sahipliği yapıyordu. Mimarisi Katolik etkisinde
kalmış sivri yapılardı. Ülke de trafik düzenleri fena sayılmazdı. Evsiz bir
adamın daha karşıya geçerken ışıkları beklemesi beni oldukça şaşırtmıştı. Altı
bin civarında Türk yaşadığını öğrendiğimde şaşırmıştım ve çevre de türk
lokantası bulmak zor olmamıştı.Bükreş'in geniş sokaklarından esen rüzgarlar
binalardan sıyrılıp sokaklarda ki tabelaları havalandırıyor ve insanların
arasına karışıp kayboluyordu. Sokakları çok genişti ve evlerinde genel olarak
beyaz rengin etkisi altında kalınmıştı. Daha çok komünizmden kalma blok binalar
şehrin yapısında biraz değişim yaratmıştı. Yüksek binalar gökyüzüne merdiven
dayamışlardı.. Bükreş' te birkaç gün geçirdikten sonra uzun bir yola koyulduk;
hedef Braila idi. Biraz uzun sürmüştü. Alabildiğine yeşil ormanlar ve birbiri
arkasına sıralanmış gür ağaçlar içimi o kadar ferahlatmış olmalı ki haftada en
fazla kırk saat uyuyan ben etrafa her dalışımda bir esnemede bulmuştum
kendimi..
Şaşırdığım
konulardan biri de çok fazla ortak kelimemizin bulunmasıydı. Osmanlı'nın hüküm
sürdüğü yıllardan kalma diller arası etkileşim günümüze kadar uzanmıştı. Ve
ortak şarkılarımız benim düşüncemi doğrular gibiydi. İnsanları bize göre biraz
daha hızlı hareket ediyordu. Bu da sanırım soğuğun yarattığı bir etkiydi. Çünkü
gruplar aynı yanda yürürken genelde en arkadan Portekiz'li öğrenciler geliyordu
. Braila da ki hayat İstanbul'a benzerdi. Site evler, irili ufaklı bakkallar,
büfeler vs.. Hayat ritimleri yüksekti. Hızlı hareket ediyorlardı. Soğuğa karşın
içimi ısıtan tek şey orada tatmış olduğum Kahve ve ya tarçınlı çaylar değildi
tabii ki. Konuşmayı seviyorlardı ve oldukça cana yakın insanlardı. Aile
yaşantıları Türk aile yapısına oldukça uygundu. Ebeveynler misafire
oldukça hürmetliydi ve sürekli bir ihtiyacım olup olmadığını soruyorlardı.
Onların sofrasına oturup aç kalkmak mümkün değildi. Yaşlı nüfusun ingilizce
bilgisi zayıftı ancak genç nüfus akışkan bir şekilde ingilizce konuşabiliyordu.
Evinde kaldığım arkadaşımın ailesi bana kendi çocukları gibi sevgi
gösteriyorlardı. Braila biraz daha küçük olmasına rağmen daha cana yakın
gibiydi. Yeni yerler görmekten öteydi bu projeler. Çünkü size kazandırdığı tek
şey coğrafi ve ya tarihi bilgi değildi. Açıkcası bana sadece bunları
kazandırmadı. Bana nasıl iletişim kurulur, ne yapılır ne yapılmaz, insan
kendisini nasıl tanıtır, saygı nedir ne değildir, özverili olmak nasıl
gerçekleşir, insanlar nasıl ikna edilir vesayre bu şeyler böyle uzar gider...
İnsanlara kendinizi tanıtırken ve ya birisini tanırken dahi hayattan çok şey
öğreniyorsunuz. İster istemez saygı görüyor gösteriyorsunuz. Mesela ben hiç
kapıya dokunmadım ev arkadaşımın evinden çıkarken. Nasıl oluyor denk
getiriyorsa önceden gidip kapı tutuyordu bana. Bu yaşadığım sadece ufacık bir
olaydı...
Dil gelişim
seviyesi oldukça yüksekti. Speaking seviyemiz tamamiyle çok daha iyileşmişti.
Ve bana göre en önemli katkısı müzik alanındaydı.Size kendimden bahsetmek
istiyorum. Ben gitar çalan birisiyim. Gitar İspanyada çıkmışt ve oraya has bir
enstrüman olup daha sonra da tüm dünyaya yayılmış bir müzik aletidir.
Bunda hemfikiriz. Ancak ben gitarı türk sanat-halk müziği, türkçe rock ve ya
pop müzik türlerinde kullandım. İşte bu da müziğin evrensel olduğunu ve notaların
apayrı ütopyada bir dillerinin olduğu gerçeğini ortaya koyuyor ve bu fikir
benim kafamda apayrı bir alan kaplıyor. Yaptığım şey aynı Çetin Akdeniz
Beyefendinin kısa sap bağlama ile Isaac Albeniz'in "Asturias"
parçasını coverlaması gibiydi. Ve bu fikirler düşsel bölgemde depolanıyor
ayrıca ben sahnedeyden ve enstümanı çalarken içimden geçiyor... İşte
enstrümanım ve işte müziğimiz diyorum karşımda ki bütün dinleyicilere;
gözlerimle. İşte bu paha biçilemez birşey. Bana bu fırsatı verdiğiniz için
teşekkür ediyorum...
Yorumlar
Yorum Gönder