Ana içeriğe atla

Romanya (Yakupcan Yiğit)





Romanya'nın soğuk havası yüzüme değdiğinde ki içimde oluşan o  huzur tartışılmazdı. Soğuktan çok fazla etkilenen ve hatta kolayca hasta olan bir insan olmama rağmen soğuk havaları çok seviyordum.
Arada bir gökyüzünde görünen  güneş insanların kemiklerini ısıtıyordu ancak ardından gelen o soğuk rüzgarlar insanın içine işliyordu. Gerek tarihi gerek mimarisi gerek ise her bucağı Türklerle çevrili olan Bükreş'te Türklerin etkisi gözle görülecek kadar büyüktü. Eski bir tarihinin olmasının yanı sıra mistik ve o kadar da güzel yapılara ev sahipliği yapıyordu. Mimarisi Katolik etkisinde kalmış sivri yapılardı. Ülke de trafik düzenleri fena sayılmazdı. Evsiz bir adamın daha karşıya geçerken ışıkları beklemesi beni oldukça şaşırtmıştı. Altı bin civarında Türk yaşadığını öğrendiğimde şaşırmıştım ve çevre de türk lokantası bulmak zor olmamıştı.Bükreş'in geniş sokaklarından esen rüzgarlar binalardan sıyrılıp sokaklarda ki tabelaları havalandırıyor ve insanların arasına karışıp kayboluyordu. Sokakları çok genişti ve evlerinde genel olarak beyaz rengin etkisi altında kalınmıştı. Daha çok komünizmden kalma blok binalar şehrin yapısında biraz değişim yaratmıştı. Yüksek binalar gökyüzüne merdiven dayamışlardı.. Bükreş' te birkaç gün geçirdikten sonra uzun bir yola koyulduk; hedef Braila idi. Biraz uzun sürmüştü. Alabildiğine yeşil ormanlar ve birbiri arkasına sıralanmış gür ağaçlar içimi o kadar ferahlatmış olmalı ki haftada en fazla kırk saat uyuyan ben etrafa her dalışımda bir esnemede bulmuştum kendimi.. 
Şaşırdığım konulardan biri de çok fazla ortak kelimemizin bulunmasıydı. Osmanlı'nın hüküm sürdüğü yıllardan kalma diller arası etkileşim günümüze kadar uzanmıştı. Ve ortak şarkılarımız benim düşüncemi doğrular gibiydi. İnsanları bize göre biraz daha hızlı hareket ediyordu. Bu da sanırım soğuğun yarattığı bir etkiydi. Çünkü gruplar aynı yanda yürürken genelde en arkadan Portekiz'li öğrenciler geliyordu . Braila da ki hayat İstanbul'a benzerdi. Site evler, irili ufaklı bakkallar, büfeler vs.. Hayat ritimleri yüksekti. Hızlı hareket ediyorlardı. Soğuğa karşın içimi ısıtan tek şey orada tatmış olduğum Kahve ve ya tarçınlı çaylar değildi tabii ki. Konuşmayı seviyorlardı ve oldukça cana yakın insanlardı. Aile yaşantıları Türk aile yapısına oldukça  uygundu. Ebeveynler misafire oldukça hürmetliydi ve sürekli bir ihtiyacım olup olmadığını soruyorlardı. Onların sofrasına oturup aç kalkmak mümkün değildi. Yaşlı nüfusun ingilizce bilgisi zayıftı ancak genç nüfus akışkan bir şekilde ingilizce konuşabiliyordu. Evinde kaldığım arkadaşımın ailesi bana kendi çocukları gibi sevgi gösteriyorlardı. Braila biraz daha küçük olmasına rağmen daha cana yakın gibiydi. Yeni yerler görmekten öteydi bu projeler. Çünkü size kazandırdığı tek şey coğrafi ve ya tarihi bilgi değildi. Açıkcası bana sadece bunları kazandırmadı. Bana nasıl iletişim kurulur, ne yapılır ne yapılmaz, insan kendisini nasıl tanıtır, saygı nedir ne değildir, özverili olmak nasıl gerçekleşir, insanlar nasıl ikna edilir vesayre bu şeyler böyle uzar gider... İnsanlara kendinizi tanıtırken ve ya birisini tanırken dahi hayattan çok şey öğreniyorsunuz. İster istemez saygı görüyor gösteriyorsunuz. Mesela ben hiç kapıya dokunmadım ev arkadaşımın evinden çıkarken. Nasıl oluyor denk getiriyorsa önceden gidip kapı tutuyordu bana. Bu yaşadığım sadece ufacık bir olaydı...

Dil gelişim seviyesi oldukça yüksekti. Speaking seviyemiz tamamiyle çok daha iyileşmişti. Ve bana göre en önemli katkısı müzik alanındaydı.Size kendimden bahsetmek istiyorum. Ben gitar çalan birisiyim. Gitar İspanyada çıkmışt ve oraya has bir enstrüman olup  daha sonra da tüm dünyaya yayılmış bir müzik aletidir. Bunda hemfikiriz. Ancak ben gitarı türk sanat-halk müziği, türkçe rock ve ya pop müzik türlerinde kullandım. İşte bu da müziğin evrensel olduğunu ve notaların apayrı ütopyada bir dillerinin olduğu gerçeğini ortaya koyuyor ve bu fikir benim kafamda apayrı bir alan kaplıyor.  Yaptığım şey aynı Çetin Akdeniz Beyefendinin kısa sap bağlama ile Isaac Albeniz'in "Asturias" parçasını coverlaması gibiydi. Ve bu fikirler düşsel bölgemde depolanıyor ayrıca ben sahnedeyden ve enstümanı çalarken içimden geçiyor... İşte enstrümanım ve işte müziğimiz diyorum karşımda ki bütün dinleyicilere; gözlerimle. İşte bu paha biçilemez birşey. Bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Akdeniz Kokan Ülke: Portekiz (Burcu Kızılyurt)

           Okyanusun en güzel yerlerinden biri olan bu küçük ama bir o kadar da Akdeniz kokan ülkeyi ziyaret etmek oldukça keyifliydi. Gerek insanları gerekse bahçelerdeki turunç ve portakal ağaçlarıyla sade ve bir o kadar da doğal güzelliğiyle Portekiz, gezip görülmeye değer bir ülke.  Nehir, göl ve denizden sonra uçsuz bucaksız okyanusla buluşmak apayrı bir tat. Atlas okyanusunun kıyısında kocaman dalgalara karşı fotoğraf çektirmek belki de hayalini bile kurmakta zorlanacağım bir düşünceydi benim için. Kısa ama bir o kadar da eğlenceli bu gezimizden aklımda kalan diğer bir nokta da, gittiğimiz bölgenin, Portekiz’e simgesini  veren ‘’horoz efsanesiyle’’  ünlü olmasıydı.  Bu gezide emeği geçen sevgili meslektaşlarım  Serkan Tezcan, Feride Şen ve İlker Padar’a  ve aynı zamanda projeyi anlamlı hale getiren özverili öğrencilerimiz;  Yakupcan, Barış, Seher,Bedrican, Havva ve Büşra’ya  sonsuz teşekkürler…

Romanya( Sabite Şimşek)

  Bir Ekim sabahı yeni bir ülke, yeni insanlar ve yeni kültürler tanıyacak olmanın heyecanıyla başladı Romanya maceramız. Romanya demek benim için Eflak’tı, Dobruca’ydı, İbrail’di, Tuna’ydı yani kısaca; evladı-ı fatihân diyarıydı. Yüzyıllar boyu Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda Biz’den olanın veya Biz’den kalanın izini sürmekti biraz Romanya benim için.             Bir Tarih öğretmeni olarak daha yerel ve daha milli olan bu fikriyâtım; Bükreş’te diğer beş ülkeden gelen öğrenci ve öğretmenlerle buluşunca yerini daha evrensel olana bıraktı haliyle. Zira projenin amacı da buydu zaten tam olarak. Yerel ve milli olanın daha evrensel bir kimliğe bürünmesi. Ve bu amaca en iyi hizmet edecek araç değil miydi notaların sese, sesin ezgiye, ezginin coşkuya dönüşmesi. Evet, müzik evrensel olanı yakalamanın en kestirme ve en hesapsız yoludu. Müzik sadece okullarda değil tüm dünyada eşitsizliği azaltabilir hatta yok edebilirdi. Nitekim Braila’daki konser salonunda bağlama, keman, g